Tuba
Konik borulu ve pistonlu bir bakır çalgı olan tuba, kalın sesinden dolayı, daha çok askeri bandolarda kendine yer bulmuştur. Tuba, ilk olarak Romalıların düz trompeti, daha sonra ise Trompetin Latincesi anlamında kullanıldı. 1835’te Berlinli Wilhelm Wieprecht tubanın(Fa Sesli Bas Tuba) patentini alan ilk isim oldu.
Orkestralarda kullanılan tubalarda ülkeden ülkeye farklılar gözlenir. Örneğin Amerika’da Do sesli büyük enstrümanlar kullanılırken, İngiltere’de Mi Bemol Bas Tubanin bir ton altında ses veren Fa Tuba kullanılır. Almanya’da pistonların yerini döner sübaplar alır. Fransız Tubaları ise 6 pistonludur (yukarıakilerde 4 veya 5 piston bulunur). Orkestrada Tuba’nın en çok bilinen kullanımı Wagner’in Der Ring (Halka) adlı yapıtıdır. Bu eserde Wagner özel efektler elde edebilmek için Wagner, kendi adıyla anılan, ince borulu ve dört pistonlu Wagner Tubalarını yaptırmıştır.
Trombon
Trombon, 15. yüzyılda trompet üzerinde yapılan bazı değişikler sonucu, ilk kez Burgonya’da ortaya çıkan üflemeli bir bakır çalgıdır. 1700’lere kadar kullanım şeklinden türeyen saqueboute (çek-it) ismiyle anıldı.
Trombonun yapısını incelediğimizde, parabolik kesitli bir ağızlığı bulunduğunu görürüz. Ses aralığının daha pes olmasından dolayı trombonun ağızlığı, atası trompetinkine göre daha geniştir. Trombonda üç yana genişleyen silindirik bir boru boşluğu vardır. Boru uzunluğunu ayarlamayı ise kulis olarak da bilinen sürgü sağlar. Bu sürgü diğer bakir enstrümanlardaki piston görevini görür. ileri ya da geri hareket ettirilerek farklı seslerin elde edilmesi sağlanır. Çalgıcının, enstrümanın ağırlığını dengeleyebilmek için omzunun üstüne koyduğu bolümde, akort sürgüsünün yer aldığı kıvrımlı bir yapı gözümüze çarpar. Trombonun bu bölümü, çalgının ilk dönemlerinde,15-16.yy, bulunmamaktaydı. Trombonun en üst kısmında ise ses çıkışının gerçekleştiği kalak bulunur.
Küçük ayrıntılar dışında 16 yüzyıl ve günümüz trombonları büyük farklılıklar göstermez. 16.yy.da alto, tenor ve bas olarak üç ayrı sese tonuna sahip trombonlar bulunuyordu. Günümüz trombonları eskiye oranla daha kalın bir boru yapısına sahiptir. En geniş boru bas trombonlarda bulunur. Bas trombonlar çoğunlukla büyük ölçekli caz orkestralarında kullanılır.
Orkestralarda günümüzde kullanılan trombonların büyük bir kısmı si bemol-Fa trombonlardır. Bu tip trombonların kalak kıvrımında, ek bir boru sisteminden oluşan fa tonu bağlantısı yer alır. ana boruya bağlanan bu yapı çalgıcının, sesi bir dörtlü aşağı indirmesini sağlar. Bu sayede pedal notalar olarak da bilinen en kalın notalara ulaşıla bilinir.
Korno
Korno, obua ailesinin bir üyesidir. 1.5 oktav daha tiz olduğu için alto obua da denmektedir. Şekli genellikle obuaya benzer olup, orkestra’da 3. obuacı tarafından çalınmaktadır.
Tarihçe:
Korno’nun ilk prototipleri 17.yy sonundan önce ortaya çıkmıştır. Bu aletler kıvrık boynuz biçiminde, deri kaplı ve gövdesi delikliydi. Delikler, parmakların açılımını kapsayacak bir açı ile yerleştirilmişlerdi. Johan Sebastian Bach tarafından kullanılan Oboa da Caccia (Av obuası) nın, kornonun çok benzeri olduğuna inanılmaktadır. Karanlık ve yaslı sesi, Hector Berlioz, Peter Ilich Tchaikovsky ve Richard Wagner gibi besteciler tarafından öne çıkarılmıştır.
Korno, bakir nefesli çalgılar içinde, kendine özgü yumuşak sesinden dolayı, senfoni orkestralarının değişmez parçası olmuştur. Korno Latince’de boynuz anlamındadır. Çalgı, boynuza benzeyen şeklinden dolayı bu ismi almıştır. Tarihin en eski dönemlerinde bile rastlanılan bir çalgıdır. Tunç Devri’nde Danlar’ın kullandığı lur buna örnek gösterilebilir. Boynuzdan üretilen çalgılar Eski Mısır, Mezopotamya, Yunanistan ve Afrika’da biliniyordu. İskandinavya’da hala boynuzdan yapılan borular kullanılmaktadır. Günümüze gelene kadar korno birçok değişiklik geçirdi. 1650 yılında Fransa’da sürek avlarında kullanılmak üzere yapılan trompe de chasse, modern orkestra kornosunun ilk halidir. Bu enstrüman orkestraya ilk olarak operalardaki av sahneleriyle girdi. Orkestranın gerçek anlamda bir parçası olması ise 1700 yılına rastlar; ancak çıkardığı sesler sınırlı olduğu için, çalgıcılar bazı sesleri, ellerini kalağın içine sokarak çıkarırlardı. El kornosu terimi bu şekilde ortaya çıkmıştır. Daha sonra ek borularla geliştirilen kornoya, Mozart, Beethoven gibi büyük besteciler, eserlerinde yer verdiler. Bu yapıtlarda kullanılan kornolar da zaman içinde gelişmeye devam etti.
Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de ve diğer bazı ülkelerde farklı özellilere sahip kornolar yapıldı. Bunların içinde günümüzde en çok kabul göreni Alman Kornosu’dur. Bu kornonun borusunun eni, diğer kornolardan biraz daha geniştir. Hem Si bemol, hem de Fa tonundaki kornolar birleştirilmiş, böylece Alman Kornosu’nun daha geniş bir ses alanına sahip olması sağlanmıştır. İki tonalite arasında seçim yapabilme olanağı vardır.
Trompet
Tarihte trompet ilk kez M.Ö 2. binyılda Mısırlılar tarafından yapıldı. Yalnızca iki ses çıkarabilen bu ilk trompet, askeri ve dinsel amaçlarla kullanıldı. Eski Yunan’da ve Roma’da askeri amaçlara ek olarak, bir çeşit haberleşme aracı işlevi görmüştür. Müzik aleti olarak ortaya çıkması ise orta çağda olmuştur.
Trompet çok uzun yıllar önce icat edildiği için, zaman içinde birçok değişim geçirmesi ve birçok çeşidinin ortaya çıkması kaçınılmazdı.. En eski trompetlerin boyu 60 santim civarındaydı. Orta Çağda daha gösterişli görünmesi için uzunluğu 2 metreyi aşan trompetler yapıldı. Çalgı, 16. yüzyılın ilk yarısında ise günümüzdeki kıvrımlı biçimini aldı. Çağdaş trompet geleneksel trompetin boru yapısını korumuştur. Silindir biçimindeki boru kalakla son bulur. Akort sürgüsü kalağın yanındaki kıvrıma yerleşmiştir. Ses alanı yapımcının yeteneğine bağlı olarak Do’nun altındaki Fa’dan başlayıp, orta Do’nun üstlerine kadar uzanır.
Trompetin tonalitesi ek bir boru sistemi yardımıyla ayarlanabilmekteydi. Barok Dönem Orkestraları’nda, çoğunlukla bu sistemin kullanıldığı Re trompet kullanılmaktaydı. 1800lere doğru trompetler, bestecilerin isteği doğrultusunda Fa’dan Si bemole kadar indirildi. Günümüzde de bandolarda ve orkestralarda Si bemol trompetler kullanılmaktadır.
Klarnet
Ahşap nefesli çalgılar ailesinin bir üyesi olan Klarinet, bir ucunda ağızlık olan diğer ucu da çan şeklinde olan bir uzun tüpten ibaretttir. Çoğunlukla ahşaptan yapılan Klarinetin üzerinde, küçük metal tuşlar bulunan delikler vardır. Dil titredikçe, dolu ve zengin bir ton elde edilir.. Tuşlara basıp bırakarak tonlama yapılır Klarinet 4 nota da imal edilir ve en çok kullanılan düz-si Klarinettir. Bu Klarinetin 3.5 oktav kadar ses genişliği vardır.
Tarihçe:
18.yy’da Alman bir flüt imalatçısı olan Johann Christoph Denner tarafından dilli bir halk çalgısı olan “Chalumeau” adlı enstrümanın değiştirilmesi ile elde edilmiştir. 1840 lı yıllarda 2 farklı karmaşık tuş takımı geliştirilmiştir. Klarinetler orkestralarda 1780 lerde popüler hale gelmiştir. Klarineti ön plana çıkaran eserlerden bazıları George Frideric Handel’in 2 Klarinet ve bir korno için üvertürü, Carl Strawitz ve Wolgang Amadeus Mozart’ın Klarinet konçertosudur.
1700lerin başında ünlü flüt yapımcısı Johann Christoph Denner chalumateu isimli Fransız çalgısını geliştirerek ilk klarneti yaptı. Klarnet tek kamışlı tahta nefesli bir çalgıdır. O döneme kadar tek kamış sadece orglarda ve bazı halk müziği enstrümanlarında kullanılıyordu. Klarnet 1800-1850 yılları arasında, büyük oranda günümüz özelliklerine kavuştu. Böhm’ün çalgıya koyduğu halka biçimli anahtarlar ve August Buffet’in iğneli yayları çağdaş klarnetin temel sisteminin başlıca özellikleridir. Klarnet tarihi için önemli bir isim olan Iwan Müller’in 13 anahtarlı klarneti Albert tarafından geliştirildi.
Klarnet genellikle Afrika’da yetişen mor renkli bir ağaç olan Dalbergia’dan yapılır. İç kısmında, çapı 1.5 santim civarında bir boru yer alır. Bu boru çalgının ucuna doğru genişleyen bir kalakla son bulur. Metal klarnetlerde vardır, ancak bunların ses kalitesi ahşap klarnetler kadar iyi değildir. Çoğunlukla ebonitten yapılan klarnetin üfleme bölümüne bek adi verilir. Bekin ucundaki bolüme ise kamış vidalı bir bilezikle oturtulmuştur. Eskiden kamış beke iple bağlanmaktaydı. Almanya’da hala ayni sistemle klarnetler yapılmaya devam edilmektedir.
Klarnet askeri bandolarda, bakır nefesli çalgı topluluklarında kullanılmasının yanında solo çalgı olarak da repertuar sahiptir. Ancak yeni bir çalgı olması dolayısıyla klarnet için yazılan eser sayısı çok fazla değildir.
Klarnet için yazılmış en eski eserler, Hollandalı besteci Estienne Roger’ın kitabındadır. 1780 yılından itibaren klarnet kendine orkestralarda yer buldu. Mozart, Beethoven, Weber, Brahms’in klarnete bestelerinde yer vermeleri klarnetin yaygınlaşmasını sağladı.
Saksafon
Saksafon dil sesli nefesli çalgılardan birisidir. Yapısında, Klarinet’in tek dilli ağızlığı, metal bir gövde, obuanın konik kısmına benzeyen bir kısım bulunur. Çoğu saksafonun alt kısmı eğiktir ve bu şekliye bass Klarineti andırır. Çok azı, örn: soprano saksafon, düzdür ve Klarinete benzer. Saksafonun üzerinde 12 tuş ve delik bulunur. 6 çiviye basıp bırakılarak gruplar halinde açılıp kapatılmak suretiyle değişik tonlar elde edilir. Aletin üzerinde, normal sesinin bir oktav altında veya üstünde ses çıkartmaya yardımcı olan 2 de fazladan delik vardır. En çok kullanılan saksafon türleri olan, soprano, alto ve tenor saksafonun 2.5 oktavlık bir ses genişliği vardır.
Tarihçe:
İlk defa 1840 yılında Adolph Sax isimli bir imalatçı tarafından icat edilmiştir. 1844 de ilk defa senfonik orkestralarda görünmüşlerdir. Ancak saksafon için yazılan parçalara pek rastlanmaz. Jazz’ın gelişimi ile saksafonun popüler olmasını 20.yy başına kadar beklemek gerekmiştir.
Obua
Obua, en küçük ve en geniş oktavlı enstrümanlardan biridir. Silindirik ahşap bir gövdesi ve gövdesi boyunca tuşları vardır. 3 oktav ses aralığıyla çalması çok zor bir enstrümandır. Çok nefes isteyen ve doğru nefes tekniklerine sahip olunmasını gerektirir.
Tarihçe:
Obua, 17.yy’da iki Fransız müzisyeni, Jean Hotteterre ve Michel Philidor tarafından icat edilmiştir. “Shawm” adı verilen bir enstrümanı “Hautbois” (obua) ya çevirdiler. “Hautbois” in Shawm’dan daha dar ve 3 parçalı bir gövdesi vardı. 18. yy da çoğu orkesra bu enstrümanı bünyesine katmaya başlamıştı. Tarih boyunca bazı besteciler, obua için solo eserler bestelediler. Bunların arasında, George Frideric handel, Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig Van Beethoven vardır.
Orkestralarda kullanılan obua ilk kez Jean Hotteterre ve Micheal Philidor adında iki Fransız tarafından 17. yüzyılda geliştirildi. O güne değin shawm adı verilen bir çeşit zurna obua diye anılıyordu. İlk obua yalnızca iki perdeden oluşuyordu. Kapalı mekanlarda yaylı çalgılara eşlik etmesi tasarlanmıştı, bu nedenle modern obuadan daha yumuşak ve donuk bir sese sahipti. Obua kısa zamanda birçok değişiklik geçirdi. Orta Do’nun üstünde iki oktav genişliğindeki ses alanı, ikinci Fa’ya kadar yükseltildi. 19. yüzyılda diğer nefesli çalgılardaki değişiklere paralel olarak, obuanın da perde kumanda düzeneği daha iyi hale getirildi. Anahtarlarda metal desteklerin kullanılmaya başlaması, parmakla kapamalarda ortaya çıkan, hava kaçırma tehlikesini sıfıra indirdi. 1840 yılına gelindiğinde obualardaki anahtar sayısı 10’u bulmuştur. 1860 yılında Guilliaume Tribert 20. yüzyıl obuasına çok benzeyen obuayı yaptı.
Obuanın askeri bandolardaki rolü oldukça büyüktü. Avrupa genelinde askeri bandoların önemini yitirmesi, bir zamanlar kemandan sonraki solo çalgı olan obuanın gözden düşmesine yol açtı. Obuanın yıldızının tekrar parlamasında Richard Strauss’un önemli katkısı vardır.
Çift kamışlı, konik borulu, soprano ses tonunda bir çalgı olan obuanın farklı türleri vardır. Bunlardan korangle, fa tonundadır. Bach’ın çok kullandığı la sesiyle yapılan oboe d’amore’ye 20. yüzyıl orkestralarında da yer verilmiştir. Bariton obua, ses rengi ve boyutları bakımından korangleyi andırır. Heclerphone, pes seslerin ağır tınılı olduğu bir obua turudur. Bunların dışında birçok farklı obua türü sayılabilir, çünkü çift kamışlı bütün tahta nefesli çalgılar, obua adı altında sınıflandırılmaktadır.
Fagot
Fagot iki dilli bir enstrümandır. Toplamda 2.5 metreye yakın silindirik ahşap tüpten yapılmıştır. 4 bağlantı parçasından oluşur: Bass parça, tenor parça, çift parça ve çan parça olmak üzere. Çan parça olarak adlandırılan kısım bass kısma alttan bağlı olup kıvrıktır. Bu grup tenor kısma sonra topluca çift parçaya bağlıdırlar. Çift dilli ağızlık tenor parçaya bir başka parçayla bağlıdır. Bassoon üzerinde 8 delik ve 10 tuş bulunur. Müzisyen dilli parçadan üfleyerek ve tuşlarla ton değiştirerek enstrümanı çalar.
Tarihçe:
Fagot 1650lerde büyük bir ihtimalle, kıvrık şekilli tek parçalı bir enstrümandan türetilmiş olmalıdır. Modern Fransız Fagot’u, 19.yy ortalarında, Buffet-Crampon isimli bir Fransız firması tarafından geliştirilmiştir. Alman Fagot’u ise Wilhelm Heckel isimli bir imalatçı tarafından mükemmelleştirilmiştir. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde farklı türlerde çalınmaktadır.
Fagot, İngiltere’de curtal, Almanya’da dulzian olarak adlandırılan fagottoda yapılan bazı değişiklerle, 17. yüzyılda ortaya çıktı. Obuanın atası shawm adlı enstrümanın hemen ardından geliştirilmiş ve ona bas çalgı olarak eşlik etmiştir. Berlin ve Viyana’daki müzelerde günümüze ulaşan eski fagot örneklerine rastlamak mümkündür. Çalgının bugün 4 parçadan oluşan biçimi ise ilk olarak 1636 yılında Fransa’da yapıldı.
Tahta nefesli çalgılardan olan fagotun ses genişliği fa anahtarlı portrenin altındaki Si bemolden yukarı üç oktavdır. Melodi çalarken en çok kullanılan ses alanı ise tenor sesiyle aynıdır. Fagotta çift kamışlı bir ağızlık bulunur. Bu ağızlığın yerleştirildiği metal bolumun altında kıvrılan birinci boru ile, dipçik parçasından başlayan ikinci boru fagotun diğer bölümleridir. İkinci boru kalak bölümüyle biter.
Fagot 18. yüzyıldan itibaren solo çalgı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Mozart’a değin, fagotta 4 perdeden fazla bir düzeneğe gereksinim duyulmasını sağlayacak eserler yazılmamıştı. 1780lerde fagota yeni perdeler eklenmeye başlandı. Bu eklemeler 1840’a kadar devam etti ve Savary’nin Paris Modeli fagotu ortaya çıktı. Buffet-Crampon şirketi 20 perdeli fagotu yaptı. Fransız fagotları, klasik fagotların ses rengini korumasına karşın, çalınması zor enstrümanlardı. Bu durumu düzeltmeye çalışan Carl Almenraider, daha kolay öğrenilebilen Alman fagotlarının temelini atmış oldu. Alman fagotunun tınısının klasik fagottan farklı olduğu yönündeki eleştirilerin çok da doğru olmadığını yapılan araştırmalar göstermiştir.
Fagotgillerin diğer bir üyesi ise, Viyana’da geliştirilen kontrfagottur. Heckel’in aşağıya bakan metal kalaklı ve dört kez geriye doğru kıvrım yapan 1870 tarihli tasarımı, günümüz kontfagotuyla ile hemen hemen aynıdır
Piccolo
Piccolo, normal flütünün 1 oktav üzerinde olacak şekilde ayarlanmış bir tür yan flüttür. 3 oktava yakın ses genişliğiyle günümüz orkestrasında en tiz seslere ulaşan enstrümandır. Genellikle orkestralarda özel efekt amacıyla kullanılmakla beraber marş topluluklarında da kendine geniş yer bulmaktadır. Flütün yerini alacak şekilde çalınır.
Tarihçe:
Piccolo ilk olarak ağaçtan yapılmış ve insanın ön planda olduğu bestecilerin eserlerinde yer almıştır. Piccolo’nun ilk kullanıldığı eserlerden birisi Beethoven’in 5.Senfonisidir. Piccolo’nun kullanıldığı en tanınmış yapıtlardan birisi, John Philip Sousa’nın “The Stars and Stripes Forever” marşının finalidir.
Kontrbas
Çift bas (yaylı bas veya bas keman veya kontrbas ) olarak tanınan bu enstrüman, keman ailesinin en büyük ve en pes sesleri veren üyesidir. Genelde 1,80 m boyunda olup 4 teli vardır. Bazılarında bir telin uzatılıp tonu tizleştiren bir düzenek vardır. Ses çıkarmak için müzisyen bir eliyle perdelerde dolaşırken diğeriyle telleri çeker veya üzerinde yay gezdirir. Bottesini bu saz için görkemli konçertolar bestelemiştir.
Yaklaşık 180 santimlik boyuyla kontrbas keman ailesinin en büyük enstrümanıdır. 4 telli bir çalgıdır ve Mi-La-Re-Sol seklinde akort edilir. Kontrbas için nota Fa anahtarıyla yazılır. Bu nedenle çalınan nota bir oktav alttan duyulur. Kontrbasta tiz notaları çalmak zordur. Bunu kolaylaştırmak için, senfoni orkestralarında kullanılan kontrbaslarda, Mi telinin yanına Do akortlu beşinci bir tel eklenebilir. Diğer bir çözüm olarak ise, Mi teli sapın ucundaki salyangoz bölümüne kadar uzatılır, böylece ses alanının pesleştirilmesi sağlanır. Mi bemol, Re, Re bemol veya Do sesi veren anahtar takılan tel Mi sesi verecek şekilde ayarlanır.
Beethoven’la birlikte orkestralarda kontrbasa verilen önem arttı. Beethoven’ın arkadaşı Dragonetti ve Koussevitzky gibi kontrbas ustaları konçertolar yazdılar.
Kontrbas caz orkestralarında da yaygın olarak kullanılan bir enstrümandır. Sadece ritim öğesi olarak görev yapmaz, melodik bölümlerde de rol alır. Cazcılar kontrbası yay yerine, parmaklarıyla çekerek çalarlar. Bu arada belirtmek gerekirse kontrbası çalmak için kullanılan iki tip yay vardır. Bunlar Fransız ve Alman tarzı yaylardır.
Tarihçe:
3 telli baslar 18. ve 19. yy da çok yaygındılar ve bugün de Doğu Avrupa halk müziğinde kullanılmaktadırlar. 19.yy gelene kadar bası çalmanın tek yolu dışa eğimli bir yaydı. Daha sonraları müzisyenler telleri çekmeyi ve içe dönük yayla da ses çıkartmayı keşfettiler. Baslar orkestra ve oda müziklerinde kullanılagelmiştir. Bugün de jazz ve diğer popüler müzik türlerinde önemli bir ritm aletidir.
Viola
Viola, keman ailesinin 2. en geniş ses aralığındaki elemanıdır ve gizemli sesli altosudur. C,G,D ve A notalarına ayarlı 4 teli vardır. Viola için yazılan parçalar, alto anahtarında yazılır. Viola’nın boyutları değişmekle beraber genelde kemandan büyük ve daha kalın sese ayarlanmıştır. Boyut olarak kemandan biraz büyük ve sesi bir beşli pestir. Orta Do’nun altındaki Do’dan başlayarak do-sol-re-la şeklinde akort edilir.
Johann Sebastian Bach, armonin tam ortasında olmak istiyorum, bu nedenle orkestrada viyola çalıyorum demişti. 18. yüzyıl Klasik Donemde Gluck, Haydn ve Mozart’la beraber, viyola orkestrada giderek bağımsız bir işlev üstlenmeye başladı. Berlioz’un, Harold en Italie adlı eserinde oldukça uzun bir solo viyola partisi yer alır. Richard Strauss’un Don Kişot adlı eserinde Sancho’nun temasını viyola seslendiriyordu. 12li nota sisteminin mucidi Schoenberg oda müziği yapıtlarında viyolaya yer verdi. Bela Bartok ise bir viyola konçertosu besteledi.
Haydn ve Mozart eserlerinde Violaya yer vermişlerdir. Solo repertuarı sınırlı olmasına rağmen, viola senfonilerde önemli bir yere sahiptir. Hector Berlioz, Johannes Brahms ve Robert Schumann gibi besteciler eserlerinde violaya geniş yer vermişlerdir
Ağız Mızıkası
Ağız mızıkası ya da ağız armonikası, metal üflemeli çalgılar ailesinden, uzun ve yassı kutu biçiminde küçük bir müzik aletidir. Bütün metal üflemeli çalgılarda olduğu gibi ağız mıknatısında da, üflenen havanın etkisiyle titreşerek değişik tonlarda ses veren bir dizi metal levhacık bulunur. Bu levhacıklar ağaçtan yapılmış kutunun içindeki ayrı ayrı oluklara yerleştirilmiş, kutunun alt ve üst yüzü ayrıca koruyucu metal levhalarla kaplanmıştır. Ağız mızıkasını çalacak olan kişi dudaklarını çalgının önyüzündeki deliklere doğru bastırır ve havayı üfleyerek ya da içine çekerek kutunun içinde hava akımı yaratır. Bu hava akımı da metal levhacıkları iterek iki yana doğru serbestçe titreşmelerini sağlar.
Ağız mızıkasının günümüzdeki en basit örnekleri yalnızca yedi nota üzerinden (diatonik) gam yapar. Oysa daha gelişmiş olan kromatik ağız mızıkaları, diatonik gamın diyez ve bemollü yarım tonlarını da verebilir. Elle çalışan bir pistonu olduğu için "pompalı ağız mızıkası" da denen bu kromatik mızıkalarda pistona basılmadığı zaman yedi notalı gam, basıldığı zaman ise yarım ton aralıkla akort edilmiş 12 notalı gam elde edilir.
1821'de bulunan ağız mızıkasının ilk virtüözleri 19. yüzyılın sonlarında yetişti. Özellikle 20. yüzyılda, usta yorumcuların da katkısıyla bu çalgı zengin ses olanaklarına kavuşan bu çalgı "ağız orgu" adıyla klasik müzik orkestralarında yer almaya başladı. ABD'de doğan ve İngiltere'de yaşayan Larry Adler, ağız mızıkalasının çağımızdaki en büyük ustalarından biridir. Birçok çağdaş besteci onun yorumundan etkilenerek ağız mızıkası için parçalar yazdılar. Bu çalgının Türkiye'deki tek virtüözü olan Balarısı Ahmet (Ahmet Faik Şener) de cumhurbaşkanlığı ve devlet senfoni orkestralarının eşliğinde bu parçalardan bazılarını seslendirmiş, ayrıca obua için yazılmış bir konçertoyu ve piyano için bestelenmiş parçaları da ağız mızıkasıyla çalmıştır.
Viyolonsel
Bu çalgı telli kontrbas ile birlikte bas sesleri seslendirir. Notası fa anahtarı ile yazılır. Ses telleri kalından inceye doğru Do, Sol, Re, La'dır.Eşlik çalgısıdır. 1 partisi bulunur. Viyolonsel olarak da bilinen çello, keman ailesinin üyesi olan bir yaylı çalgıdır. Kemandakine benzeyen bir yayla çalınır. Keman şeklinde olmakla beraber daha büyüktür. Yaklaşık 1.20 m uzunlukta ve en geniş yerinde 40 cm civarında olan çello bu boyutları yüzünden oturarak çalınır. Yere dayanan bir çubuk üzerinde duran çello müzisyenin bacakları arasına alınıp bir yayla çalınır. Keman gibi dört yay sahiptir ve müzisyenin ellerinin perdeler üzerinde gezmesiyle değişik tonlar elde edilir. Bu yüzden çello'nun ses genişliği 4 oktavdan fazladır. Rostropoviç, Pablo Cassals, Jacquelin de Pera, Misch Maisky, William Lloyd Weber ünlü violonsel solistleri arasındadır.
Tarihçe:
Günümüze kadar da kalabilen bazı çellolar 1560 larda, İtalyan imalatçı Andrea Amati tarafından yapılmışlardır. 18. yy sonlarına kadar çello ön planda olan bir enstrüman değildi ve müzikteki bas sesi vererek parçadaki boşlukları doldururdu. Ancak, barok döneminde, Antonia Vivaldi ve Luigi Boccherini gibi besteciler yalnızca çello için suitler yazdılar. 19.yy gelindiğinde çello için konçerto ve benzeri eserler Johannes Brahms ve Antonin Dvorak gibi isimler tarafından yazılmışlardı. 20. yy da da Sergei Prokofiev ve Dmitri Shostakovich gibi besteciler çello'nun olanaklarını keşfedip bir solo enstrüman olarak geliştirdiler
Harmonyum
Dış görünüiü piyanoya benzeyen küçük org. Körüğü ayakla işletilir. Serbest dilli ve borusuzdur. Üçleme sistemine dayalı, klavyeli bir çalgıdır. Ayakla işletilen körük aracılığıyla bir depoya doldurulan hava, parmakların tuşlara dokunmasıyla serbest kalarak lamlarda titreşimler yapar, böylece sesler ortaya çıkar. Harmonyum özellikle dini müzikte kullanılır.
Gonk
Gonk, orkestralarda kullanılan, Uzakdoğu kökenli, vurgulu çalgı. Madeni, çoğunlukla bronzdan yapılmış bir tabak biçimindedir. Bir yere asılıp, tokmakla vurularak çalınır. Tokmak keçe ya da bez kaplı olabilir.
Flüt:
Üflemeli bir çalgı. (neye benzer) Yan tutularak çalınır. Gövdesinde 16 delik bulunur. Tahtadan ya da değişik metallerden yapılır. Günümüzde kullanılan flütler gümüş ya da gümüşe batırılmış metalden yapılmış silindir biçiminde, iç içe geçen üç parçadan oluşur. Boyları farklı olan alto ve küçük flüt adlı iki türü vardır. Delikleri, anahtarlı ve kaldıraçlı mekanizmalara bağlıdır. Ezgili flüt ağza sokularak, yan flüt ağza sokulmadan çalınır. Ses genişliği 3,5 oktavdır. Bilinen en eski ve en yaygın olarak kullanılan çalgılardan biridir. Yunanlıların ve bazı Orta Avrupa ve Güney Amerika halklarının geleneksel çalgısıdır.
TANBUR
Herşeyden önce sazın adı bazı sözlüklerin yazdığı gibi Tambur değildir; ağzımızdan böyle çıksa bile, aslı Sümerce 'Pantur'dan bozulma 'Tunbur' olduğu için, N ile yazılma zarureti vardır. Esasen bu zarafette bir sazın -yeğeni Ud için de söz konusu olduğu gibi- Türklerin elinden çıkmış olması tabiidir, zira Türkler dışında hiçbir müzik kültüründe böyle bir saz yoktur. İleride konu edeceğimiz Ud gibi özbeöz Türk KOPUZ ailesinin mensubu olan Tanbur; 30-35 cm çapında bir kürenin ortaya yakın kısmından kesilip küçük tarafı alınmış izlenimini veren bir kalıp üzerine dilim'lerle işlenen (kuyruk denen dip tarafında bazen hafifçe sivrileşen) tekne'si; bu tekneye dip takozu ile bağlanan 100-110 cm uzunluğunda D kesitli ince bir sapı (4-4.5 cm) ve tekne üzerine desteksiz olarak kapatılan 2.5-3 mm kalınlığında kapak'ı (göğsü); sapının uç kısmında üçü önden, dördü üstten saplanan, beşi çelik, ikisi pirinç (sarı) 7 telinin bağlandığı burgu'ları ve telleri taşıyan, kapağın dip kısmına yakın, gürgen veya kızıl ağacından trapezoid kesitli köprü şeklinde seyyar eşik'i olan bir sazdır. Teknesi -ud gibi- ceviz, maun, pelesenk, kelebek, vengi, magase gibi ağaçlardan, 3-4 mm kalınlık ve 4-5 cm eninde (uçlara doğru sivrice) kesilip ıslatılıp ısıyla yuvarlatılarak, sade veya filetolu şekilde ütü ve tutkalla çevrilmek suretiyle yapılır. Göğsü ise -yine ud gibi- elyafı sık ve çok düzgün, budaksız akçamdan, boyuna simetrik iki parçalı olarak yapılır (klasik tanburun ortada deliği yoktur); altında destek veya direği olmadığı için de tellerin basıncıyla eşik bölgesinde çukurlaşır. Teknesi son derece hafif olan tanburun ağırlığı sapının uzun ve dolu olmasıyla dengelenir.
Sapı üzerinde Türk musikisinin gerektirdiği aralık düzenine göre bir oktavda 36 olmak üzere iki oktav genişliğinde katgut perde bağları vardır. Bir ucu tekne arkasındaki küçük çivilere bağlanan teller, saptan burgulara bir küçük kemik eşik üzerine basarak ulaşır. Melodi bu tellerin saniyede 220 titreşimdeki alt çiftinde çalınır, titreşimi artıran üst teller de gerektiğinde kullanılır. Tekne gomalakla cilalanır, sap ve burgular genellikle siyaha boyanır; göğüs üzerine cila sürülmez. Tanbur sağ omuz ve sağ diz arasına sıkıştırılıp, göğsü yere dik, sapı yere mümkün mertebe paralel tutularak, kaplumbağa kabuğundan (bu yüzden bağa denen) 2-2.5 mm x 5-6 mm x 10-15 cm ölçüsünde, uçları asimetrik V tarzında kesilmiş ve uç yanakları 45 derece pahlanıp parlatılmış bir mızrapla çalınır.
Gelelim sazımızın icrasıyla icracılarına: zarafeti ölçüsünde hırçın bir saz olan tanburun önce uzun tellerini tam olarak kaynaştırmak (yani mükemmel bir akort yapmak), sonra da akordu aynı temizlikte korumak problemdir (bu yüzden seyahatlerde basıncı kaldırmak için ağaç eşiği yatırmak, yani telleri boşaltmak, çalarken de arada bir akord yapmak gerekir).
Tanburda cesitli akortlar kullanilabilmektedir. Ozellikle icra edilecek makama hatta esere gore akort degistirilebilir. Ancak buna ragmen klasik bir akort sistemi mevcuttur. Geleneksel tanbur akordu su sekilde yapilir. Parantez icindeki rakkamlar kullanilan tel kalinliklaridir. (Asagidan yukariya dogru);
(1-2) = Yegah (0.30-0.35mm)
(3-4) = Kaba Rast, K.Dugah (0.40mm)
(5-6) = Yegah (0.30-0.35mm)
(7) = Kaba Rast, K.Dugah, K.Kurdi, K.Segah, K.Buselik (0.40mm)
(8 ) = Kaba Yegah (0.60mm)
Tanbur, sapi oldukca uzun bir sazdir (ortalama 73-84 cm). Tum icra bu sap uzerinde en altta bulunan telde, yani yegah telinde yapilir. Bu, tek tel uzerinde yapilan icrada, telin mizrap yardimiyla titrestirilmesinden, tamamen kapali olan (tarihte istisna olarak ortasi delik tanburlar da vardir) teknesinin icindeki hava da rezonansa girer ve tannaniyet diye tabir edilen inilti saglanmis olur. Tanburiler icra sirasinda sapi hafifce yukari-asagi sallamakta ve bu sayede titresimi arttirarak farkli duygular ifade edebilmektedirler.
Tanburdaki perde sayisi sabit degildir. Luthier' lerin (enstruman yapimcilari) sabit bir perde sablonlari bulunsa da, bu sablonlar icra sirasinda, tanburiler icin yeterli olmamaktadir. Bu nedenle, tanburiler kendileri, gerekli gordukleri yerlere perde baglamakta veya baglatmaktadirlar. Elimizde perde sayisina iliskin degisik bilgiler bulunmaktadir. Bunlar, 48 perdeliden, 80 perdeliye kadar degisiklik gostermektedir. Ancak pratikte her tanburda 52-58 adet perde bulunmaktadir. Bu sayiyi bazi icracilar kendi icra ve tavirlari geregince arttirip eksiltmektedirler.
Tanburun ses sahasi iki oktav ve bir besli' dir. Ama, bazi icracilarin en ustteki 0.60 mm.'lik kalin sari teli kaba yegah'a hatta kaba cargah'a cektikleri ve bu teli de icralari sirasinda (ama sadece yaptiklari nagmeleri suslemek amaciyla) kullandiklari dusunulurse uc oktavlik bir saha elde edilir.
Ancak, tanbur caliminda daima en alttaki yegah teli kullanilir. Cunku, tanburun karakteristik sesini bu telden elde etmek mumkundur. Dolayisi ile yazilacak eserlerin, yegah telinde icra edilebilir olmasi yada en fazla orta teldeki Kaba Rast' a kadar genisleyecek sekilde dusunulmesi gerekmektedir.
Tanburdaki en alttaki bir cift celik tel diyapozondan (440 Hz.) iki oktav asagida ses verecek sekilde akortlanir ve bu sese Yegah adi verilir. Yani tanburda;
Yegah=110Hz., Neva=220Hz., Tiz Neva=440Hz.' dir.
Buna gore tanburun ses sahasi ve karakteristik ses renginin elde edildigi bolge (sonorite) asagida verilmistir. 2/4 'luk nota ile yazilan sesler tanburun ses sahasini, ¼'luk notalarla yazilan bolum ise sonorite
Geleneksel tanbur icrasinda kaba rast ile tiz huseyni hatta tiz acem arasindaki bolge kullanilmaktadir. Ancak tanburun karakteristik sesini duyurabildigi alan (sonoritesi) rast veya acem asiran perdeleri ile, tiz segah veya tiz cargah perdeleri arasinda kalan bolumudur
Bağa mızrabın çelik tellere vurulmasından kaynaklanan hışırtının da yokedilip sadece müzik sesinin duyulması sağlanmalıdır. Ayrıca her defasında perdelerin en uygun yerine basılmazsa çıkan ses cızlar. İşte bu sadece hırçın değil, bela derecesinde güç olan sazımız, Büyük Osman Bey, Şeyh Abdülhalim Ef., İzak, Oskiyam ve Ali Efendi gibi ilk büyük isimlerden sonra, eldeki ses belgelerine göre tarihte ilk defa Tanburi Cemil Bey (1871-1916) ve iki öğrencisi (Kadı Fuad Efendi ile Refik Fersan) tarafından yenilebilmiştir. Nevrastenik bünyesiyle hırçın ve melankolik karakterinin de tesiriyle tanburu şaha kaldırmış olan Cemil Bey'den sonra ikinci büyük ekol, saza 'nazlı nazlı şarkı söyletmeyi' başarmış olan İzzettin Ökte üslubudur. Üçüncü sırada bu ikisinin karışımı olan (halkımızın daha çok yaylı tanburuyla tanıdığı) Ercümend Batanay gelir. Ferid Sıdal da İ. Ökte üslubunun temsilcisidir. Son devrin en önemli tanbur sanatçısı Üstad Necdet YAŞAR'dır. Diğer önemli tanbur sanatçılarımız Sadun Aksüt, Yılmaz Pakalınlar, M.Salim Tokaç, Selçuk Sipahioğlu, Abdi Coskun, Tevfik Soyata'dır.
Her ney üfleyene nezaketen neyzen denmesi gibi, tanbur çalan ve çalmaya çalışanlara da tanburi deniyor. Ama bu üsluplar dışında çalınan tanbur, dinlenmesi biraz zor bir saz durumunda kalır. Perdeli olmasından kaynaklanan net ve kesin seslerinin yanısıra uzun saplı oluşundan gelen geniş titreşimli (enin'li) nağmeleri üstünlüğünün sırrını meydana getiren tanbur, udun güzel icrası için ölçü olduğu gibi, ud da tanburun kötü icrası için benzetme aracı olmuştur (rahmetli bestekar S. Pınar'ın uda benzeyen tanburu ile rahmetli Laika Karabey hocanın tanburu gibi).
Türk musikisi ortamında nasıl yetiştiklerine inanılamayacak derecede yüksek performans gösteren ve müziğimizin yarınki uluslararası iftiharları olan gençlerimiz de (hem erkek, hem kız), tanbur sazının, güçlük ve hırçınlığı ile herkesi yıldıramayacağının mutlu bir göstergesidir (Dr. M. Tokaç, mesela, tanburun imkanlarını zorlayan şaşırtıcı tekniğiyle saza duyulan ilgiyi artıran bir gencimizdir).
Esasen fevkalade nazik ve hassas olan tanbur Türk musikisini tek başına temsil etmeye en fazla kabiliyetli solo sazımızdır.
Bu güne değin henüz bir tanbur metodu yazılmamıştır.
Gramofon (eski Yunanca fone, "ses" ve grammein, "yazmak") veya fonograf kelimelerinden kaynaklanıyor. Bu makine ile ses ve müzik kayıtı veya dinleme olanakları bulunmaktadır. Ilk patenti , 29 Eylül 1887 Alman bilim adamı Emil Berliner tarafından alındı.
Gramofon bir yuvarlak ince taş plak ile, fonograf ise bir silindir ile çalışır. Fonografı ilk tasarlayanlardan biri ünlü Thomas Alva Edison dir. İlk müzik çalar kutusu. Günümüzde hala dinlenmektedir.
Plaklar üzerine tespit edilmiş olan esasları tekrarlamaya yarayan alet. Gramofon iki bölümden ibarettir: Plâk ve makine.
Plâk, gomalaka ve mumlu maddelerle (son yıllarda plâstik maddelerle) yapılan bir disktir.İki yüzünde helezon şeklinde oyuklar vardır. Bu oyuklar, girintili çıkıntılıdır, özel olarak yapılmış olan gramafon iğnesi, bu oyuklar arasında dolaşırken, meydana gelen titreşimler, plâğa alınan sesin tekrar duyulmasını sağlar.
Makine, plâğın devamlı olarak ve aynı hızda dönmesini sağlayan bir motor ile, sesi yansıtan bir bölümden ibarettir. Motor, zemberek ya da elektrikle çalıştırılabilir. Her iki şekilde de dakikada ortalama olarak 78 devir yapılır. Elektrikle çalışan gramafonlara pikap adı verilir.
İğne, plâk üzerinde dolandıkça, oyukların girinti ve çıkıntısına göre meydana gelen titreşimler, iğnenin bağlı bulunduğu diyagrama yansır, ses titreşimleri, diyagram ve ses kutusu yardımı ile büyütülerek aksettirilmiş olur.
Gramafon 1877 yılında Edison tarafından icat edilmiş olan fonografın geliştirilmiş şeklidir.
Plâk nasıl doldurulur?
Balmumundan yapılmış düz ve daire biçimli kalıplar, gramafona benzeyen bir makineye konur. Bu makine, balmumundan kalıbı, belli bir hızla döndürür. Kalıbın üzerine bir iğne konmuştur. Bu iğne bir diyaframa bağlıdır.
Makinenin karşısında yapılan bir konuşma ya da söylenen bir şarkı, havayı titreştirir, hava da diyagramda titreşimler meydana getirir. Bunun sonucu olarak, diyagrama bağlı olan iğnede de titreşmeler olur. iğne, titreşerek, dönmekte olan balmumu kalıbı üzerinde, titreşme durumuma göre inişli çıkışlı çizgiler çizer. Böylece, bir kalıp elde edilmiş olunur. Bu kalıptan nikel kalıplar çıkarılır. Sonra da bu nikel kalıptan, bildiğimiz gramafon plâkları çoğaltılır.İlk müzik çalar kutusu. Günümüzde hala dinlenmektedir.Ancak bu bilindiği gibi Edison'un icadı değildir.Gramafon Edison'dan yaklaşık 50 sene öncesinde dedesi tarafından tasarlanmıştır.
KEMAN
Soylu bir ladinle, akçaağacın birlikteliğinden doğan olağanüstü bir çalgının öyküsü
Muhtemelen en tanınmış orkestra çalgısı olan keman, bir yayla çalınan telli bir enstrümandır. Keman ailesinin en geniş aralıklı sesine sahip olan üyesi olan kemanın yanında bu ailenin diğer üyeleri, viola, çello ve kontrbasdır. Keman bir kaç ana parçadan oluşur. Ön kısım, omurga, boyun, perdeler, akort anahtarları, gövde, köprü, kuyruk ve F- delikleri. Üst, göbek veya ses tahtası olarak da anılan ön kısım genelde iyi kurutulmuş ladin, arkatarafı ise akağaçtan yapılır. Keman imal edilirken, ön, arka kısımlar ve omurga, boş bir kutu oluşturacak şekilde birleştirilir. Kuyruğa bağlanan dört tel köprünün üzerinden geçip, perdelerden uzanıp, akort anahtarlarına bağlanır. Anahtarla vasıtasıyla akort edilir ve elin perdelere basılması ile değişik sesler ve tonlar elde edilebilir. Müzisyen, tellerin üzerinde yayı doğru açıyla sürtünce ses elde edilir. Bu yay, pernambuco ’dan yapılıp, 75 santim uzunluğundadır ve telleri at kılındandır.
Kemanın en önemli özellikleri, sahip olduğu ses aralığı ve hem lirik hem de hızlı ve parlak kullanıma elverişli olmasıdır. Kemancılar aşağıdaki teknikleri kullanarak özel sesler de elde ederler: pizzicato (telleri çekerek), tremelo (yayı hızlı hızlı telin üzernde hareket ettirmek), sul ponticello (yayı köprüye çok yakın sürterek ince bir ses elde etme), collegno (yayın teli yerine ahşap kısmını kulanarak) ve glissando (yayların üzerinde parmakları gezdirmekle çıkan ses).
Keman'ın Tarihçesi:
Kemanın ilk olarak 1500 lerde İtalya da ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Lira da Braccio ve “fiddle” adlı iki enstrümandan türemiş olduğu sanılmaktadır. Keman yapım sanatı 17. ve 18. yy larda, Antonio Stradivari, Guiseppe Guarneri ve Jacob Stainer gibi ustalarla başlamıştır. O zamanki kemanların bugüne göre, boyunları daha kısa, perde bölgesi daha kısa ve köprüleri daha düzdü. Keman klasik eserlerde ilk kullanılmaya başlandığı zaman, alt sosyal seviyede bir alet olarak görünmüştür. Ancak, Claudio Monteverdi’nin Orfeo’su gibi eserler ve “24 violons du roi” gibi topluluklarla bu statüsü de yükselmeye başlamıştır. Bu tırmanma barok dönemde de, Antonio Vivaldi, J.S.Bach ve Georg Philip Telemann gibi bestecilerle devam etmiştir. Solo konçerto, sonat ve süit gibi müzik janrlarında, keman en önde giden eleman olmuştur.
Ancak keman virtüözleri ilk olarak 19.yy da ortaya çıkmıştır. Giovanni Viotti, Isaac Stern, Mischa Elman ve Nathan Milstein, David Oistrach, Pinhas Zuckerman, Jacha Heifeltz bu konuda ün yapmış isimlerden bazılarıdır.
TÜRK MÛSiKÎSi''NDE KEMAN''IN YERi
Keman''ın Türk ülkesine ne zaman geldiği kesin olarak bilinmiyor. İstanbul ve Trabzon gibi Lâtin ülkeleri ile sıkı ilişkiler bulunan şehirlerde çok eskiden beri Keman''ın en eski örneklerinin bulunduğu ileri sürülmüştür. Kanunî Sultan Süleyman ''ın sadrazamlarından Makbul İbrahim Paşa''nın gençliğinde, padişahın şehzadesi olarak Manisa''da bulunduğu yıllarda Keman çaldığı biliniyor. Yine bu yüzyılda yaygınlık kazanmış bir saz olarak klâsik mûsikîmize girememiş olmakla birlikte , halk arasında çok tutuluyor ve koltuk meyhanelerinde çalınıyordu. Keman''ı üst düzey sınıf arasına sokan kişinin , Sultan 1.Mahmud dönemi sanatkârlarından olan Corci olduğu ileri sürülür. Keman''dan önce mûsikîmizin yegâne sazı Rebab idi .O yıllarda Keman''a "Viola d''Amore" deniyordu ki, bu sazın benzeri yakın zamanlara kadar kullanılmış olan Sine Kemanı''dır.
Kemani Corci''ye kadar bütün kaynaklarda , eski Türk Kemanını çalanların Türk olduğu halde, 18.yüzyıldan , daha doğrusu Corci''den sonra Türk olmayan kimseler Batı Kemanını çalmağa heves etmiş ve pek çok ünlü isim otaya çıkmıştır. Hiç şüphesiz bu sanatkârlar " Viola d''Amore " nin farklı şekli olan Sine Kemanı''nı çalıyorlardı ; Yedi teli olan Sine Keman''ın sesi biraz boğukça olduğu ve Kemençe sesine benzediği için , musikîden anlayanlarca daha çok tercih ediliyordu . 19. yüzyıl başına kadar Keman çalan sanatkârlar Keman''ın her iki türünü de kullanmışlardır. Daha sonra Sine Kemanı unutulmuştur. Son icrakârları Mustafa Sunar ile Nuri Duyguer olmuştur .
Batı Keman''ının ülkemize yerleşmesinde Romanyalı Miron''un büyük rolü olmuştur. Ülkemizde Türk Musikîsi ölçüleri içinde çok güçlü icrakârlar yetişmiştir . Bir devreye damgasını vuran bu sanatkârlardan bazıları şunlardır: Kemanî Hızır Ağa , Kemanî Rıza Efendi , Kemanî Corci , Kemanî Kör Sebuh , Kemanî Aleksan Ağa , Kemanî Memduh , Bülbülî Salih Efendi ,Reşat Erer , Nubar Tekyay , Sadi Işılay , Hakkı Derman , Selahattin İnal v.b. Musikî terminolojimizde Keman çalanlara " Kemanî " denir .
KEMAN''IN ÖZELLiKLERi
Keman insanı derinden etkileyen , eşsiz güzellikteki sesiyle , yaylı çalgılar ailesinin en önemli üyesidir. Sesi , öteki çalgılara göre birçok bakımdan insan sesine daha yakındır . Keman , çene altı ile omuz arasına sıkıştırılarak tutulur. Sol elin parmakları sap üzerinde bulunan tellere basarak gezinirken , sağ elde tutulan yay ,Keman tellerine sürtülerek çalınır . Gövdenin orta bölümündeki yan girintiler yayın daha kolay hareket etmesini sağlar.35 ile 36 cm arasında değişen bir gövdesi vardır. Küçük ve hafif bir çalgı olmakla birlikte , ortalama 84 ayrı parçanın bir araya getirilmesiyle yapılır .Genellikle iki cm .kalınlığında bir çam veya akağaç''tan oyma kalemi ve rende kullanılarak biçime sokulur .
Keman''ın bir gövdesi ve buna bağlı bir sapı vardır.Gövde göğüs tahtası ya da tabla denen üst kapak , alt kapak ve onları birleştiren yanlık adlı verilen bir kasnaktan oluşur. Tellerin köprü aracılığıyla gövdeye yaptığı basınca direnebilmesi alt ve üst kapaklara hafif bir kavis verilmiştir . Sapın ucundaki burgulara( kulak) sarılarak bağlana teller bir eşikten (köprü) geçerek gövdenin ucundaki kuyruk bölümüne bağlanır . Köprü tellerin titreşimini üst kapağa iletir .Burgu yuvalarına yerleştirilen kulaklar tellerin istenilen ölçüde gerilmesini sağlar . Gövdenin içine boydan boya yerleştirilmiş ,bas çubuğu ya da bas kirişi denen bir çıta , eşiğin tam altında da can direği denilen bir takoz bulunur . Bas çubuğu sesin tınılanmasına , can direği de ses titreşimlerinin alt kapağa iletilmesine yardımcı olur . Üst kapak üzerinde " f " biçimindeki iki ses deliği ses titreşimlerinin gövdeden dışarı çıkmasını sağlar . Dış etkilerden korunabilmesi için yapımı tamamlandıktan sonra özel karışımlı bir tutkalla cilalanır, cila aynı zamanda Keman''ın ses tınısını belirleyen önemli bir öğedir.
Keman yapım ustalarına Luthier denir . Ülkemizde Keman yapım teknikleri çok gelişmiş , çeşitli yarışmalarda birincilik alan Luthierlerimiz vardır bunlar : Cafer Açın , Mesut Gözalan, Yunus Tarhan , Mehmet Alkan ,Nevzat Önder ,Ayhan Damcıoğlu , Ahmet İyidoğan ,Emin Tilev , Bedii Akol v.b.
KEMAN''IN AKORT SiSTEMi
Keman'ın metalden ya da hayvan bağırsağından yapılmış dört teli vardır . Akort sistemi pest''ten tize doğru : SOL-RE-LA-Mİ olarak düzenlenmiştir. Batı Kemanlarıyla aynı akort sistemine sahip olmasına rağmen , Türk Mûsikîsine uygun şekilde isimlendirilmiştir : DO-SOL-RE-LA dır . Bazı icracılar " LA" telini , İnce "SOL" düzeniyle kullanmaktadır bu konuda çeşitli fikirler öne sürülmüştür . Eskiden kullanılan ve Avrupa''dan getirilen Kemanların 5 esas 6 (7)ahenk teli olduğu ve aynı telin yine ince "SOL" olarak akord edildiği biliniyor.
Bir başka görüş ise , Rebab ve Ud gibi çalgıların akorduna benzetmek için böyle hareket edildiğidir. ( "LA" akort Türk Mûsikîsi icralarında çiğ kalmakla birlikte , bazı makamlar transpoze edildiğinde icrada zorluklar oluşmaktadır )
Piyano, tuşlu bir çalgıdır. Tuşlarına basıldığında, sahip olduğu karmaşık çekiçli mekanizma sayesinde tellere vurarak ses veren klavyeli çalgı.
Yapım biçimi ile duvar (konsol) ve kuyruklu (salon / konser / grand) adı verilen çeşitleri vardır. Piyano kelimesi İtalyanca "Güçlü ve Hafif sesli klavsen (harpsikord) - gravicembalo col piano e forte" 'den gelir. Pianoforte olarak adlandırılması da bundandır. Atası, klavsenden en önemli farkı, tuşa basarken uygulanan kuvvete göre çıkan sesin şiddetinin de aynı yönde değişken olmasıdır. Piyano çalan kişiye piyanist veya piyano sanatçısı denir.
İlk tuşu La-0, son tuşu Do-8 olma üzere toplam 88 tuştan oluşur.
KEMAN
Soylu bir ladinle, akçaağacın birlikteliğinden doğan olağanüstü bir çalgının öyküsü
Muhtemelen en tanınmış orkestra çalgısı olan keman, bir yayla çalınan telli bir enstrümandır. Keman ailesinin en geniş aralıklı sesine sahip olan üyesi olan kemanın yanında bu ailenin diğer üyeleri, viola, çello ve kontrbasdır. Keman bir kaç ana parçadan oluşur. Ön kısım, omurga, boyun, perdeler, akort anahtarları, gövde, köprü, kuyruk ve F- delikleri. Üst, göbek veya ses tahtası olarak da anılan ön kısım genelde iyi kurutulmuş ladin, arkatarafı ise akağaçtan yapılır. Keman imal edilirken, ön, arka kısımlar ve omurga, boş bir kutu oluşturacak şekilde birleştirilir. Kuyruğa bağlanan dört tel köprünün üzerinden geçip, perdelerden uzanıp, akort anahtarlarına bağlanır. Anahtarla vasıtasıyla akort edilir ve elin perdelere basılması ile değişik sesler ve tonlar elde edilebilir. Müzisyen, tellerin üzerinde yayı doğru açıyla sürtünce ses elde edilir. Bu yay, pernambuco ’dan yapılıp, 75 santim uzunluğundadır ve telleri at kılındandır.
Kemanın en önemli özellikleri, sahip olduğu ses aralığı ve hem lirik hem de hızlı ve parlak kullanıma elverişli olmasıdır. Kemancılar aşağıdaki teknikleri kullanarak özel sesler de elde ederler: pizzicato (telleri çekerek), tremelo (yayı hızlı hızlı telin üzernde hareket ettirmek), sul ponticello (yayı köprüye çok yakın sürterek ince bir ses elde etme), collegno (yayın teli yerine ahşap kısmını kulanarak) ve glissando (yayların üzerinde parmakları gezdirmekle çıkan ses).
Keman'ın Tarihçesi:
Kemanın ilk olarak 1500 lerde İtalya da ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Lira da Braccio ve “fiddle” adlı iki enstrümandan türemiş olduğu sanılmaktadır. Keman yapım sanatı 17. ve 18. yy larda, Antonio Stradivari, Guiseppe Guarneri ve Jacob Stainer gibi ustalarla başlamıştır. O zamanki kemanların bugüne göre, boyunları daha kısa, perde bölgesi daha kısa ve köprüleri daha düzdü. Keman klasik eserlerde ilk kullanılmaya başlandığı zaman, alt sosyal seviyede bir alet olarak görünmüştür. Ancak, Claudio Monteverdi’nin Orfeo’su gibi eserler ve “24 violons du roi” gibi topluluklarla bu statüsü de yükselmeye başlamıştır. Bu tırmanma barok dönemde de, Antonio Vivaldi, J.S.Bach ve Georg Philip Telemann gibi bestecilerle devam etmiştir. Solo konçerto, sonat ve süit gibi müzik janrlarında, keman en önde giden eleman olmuştur.
Ancak keman virtüözleri ilk olarak 19.yy da ortaya çıkmıştır. Giovanni Viotti, Isaac Stern, Mischa Elman ve Nathan Milstein, David Oistrach, Pinhas Zuckerman, Jacha Heifeltz bu konuda ün yapmış isimlerden bazılarıdır.
TÜRK MÛSiKÎSi''NDE KEMAN''IN YERi
Keman''ın Türk ülkesine ne zaman geldiği kesin olarak bilinmiyor. İstanbul ve Trabzon gibi Lâtin ülkeleri ile sıkı ilişkiler bulunan şehirlerde çok eskiden beri Keman''ın en eski örneklerinin bulunduğu ileri sürülmüştür. Kanunî Sultan Süleyman ''ın sadrazamlarından Makbul İbrahim Paşa''nın gençliğinde, padişahın şehzadesi olarak Manisa''da bulunduğu yıllarda Keman çaldığı biliniyor. Yine bu yüzyılda yaygınlık kazanmış bir saz olarak klâsik mûsikîmize girememiş olmakla birlikte , halk arasında çok tutuluyor ve koltuk meyhanelerinde çalınıyordu. Keman''ı üst düzey sınıf arasına sokan kişinin , Sultan 1.Mahmud dönemi sanatkârlarından olan Corci olduğu ileri sürülür. Keman''dan önce mûsikîmizin yegâne sazı Rebab idi .O yıllarda Keman''a "Viola d''Amore" deniyordu ki, bu sazın benzeri yakın zamanlara kadar kullanılmış olan Sine Kemanı''dır.
Kemani Corci''ye kadar bütün kaynaklarda , eski Türk Kemanını çalanların Türk olduğu halde, 18.yüzyıldan , daha doğrusu Corci''den sonra Türk olmayan kimseler Batı Kemanını çalmağa heves etmiş ve pek çok ünlü isim otaya çıkmıştır. Hiç şüphesiz bu sanatkârlar " Viola d''Amore " nin farklı şekli olan Sine Kemanı''nı çalıyorlardı ; Yedi teli olan Sine Keman''ın sesi biraz boğukça olduğu ve Kemençe sesine benzediği için , musikîden anlayanlarca daha çok tercih ediliyordu . 19. yüzyıl başına kadar Keman çalan sanatkârlar Keman''ın her iki türünü de kullanmışlardır. Daha sonra Sine Kemanı unutulmuştur. Son icrakârları Mustafa Sunar ile Nuri Duyguer olmuştur .
Batı Keman''ının ülkemize yerleşmesinde Romanyalı Miron''un büyük rolü olmuştur. Ülkemizde Türk Musikîsi ölçüleri içinde çok güçlü icrakârlar yetişmiştir . Bir devreye damgasını vuran bu sanatkârlardan bazıları şunlardır: Kemanî Hızır Ağa , Kemanî Rıza Efendi , Kemanî Corci , Kemanî Kör Sebuh , Kemanî Aleksan Ağa , Kemanî Memduh , Bülbülî Salih Efendi ,Reşat Erer , Nubar Tekyay , Sadi Işılay , Hakkı Derman , Selahattin İnal v.b. Musikî terminolojimizde Keman çalanlara " Kemanî " denir .
KEMAN''IN ÖZELLiKLERi
Keman insanı derinden etkileyen , eşsiz güzellikteki sesiyle , yaylı çalgılar ailesinin en önemli üyesidir. Sesi , öteki çalgılara göre birçok bakımdan insan sesine daha yakındır . Keman , çene altı ile omuz arasına sıkıştırılarak tutulur. Sol elin parmakları sap üzerinde bulunan tellere basarak gezinirken , sağ elde tutulan yay ,Keman tellerine sürtülerek çalınır . Gövdenin orta bölümündeki yan girintiler yayın daha kolay hareket etmesini sağlar.35 ile 36 cm arasında değişen bir gövdesi vardır. Küçük ve hafif bir çalgı olmakla birlikte , ortalama 84 ayrı parçanın bir araya getirilmesiyle yapılır .Genellikle iki cm .kalınlığında bir çam veya akağaç''tan oyma kalemi ve rende kullanılarak biçime sokulur .
Keman''ın bir gövdesi ve buna bağlı bir sapı vardır.Gövde göğüs tahtası ya da tabla denen üst kapak , alt kapak ve onları birleştiren yanlık adlı verilen bir kasnaktan oluşur. Tellerin köprü aracılığıyla gövdeye yaptığı basınca direnebilmesi alt ve üst kapaklara hafif bir kavis verilmiştir . Sapın ucundaki burgulara( kulak) sarılarak bağlana teller bir eşikten (köprü) geçerek gövdenin ucundaki kuyruk bölümüne bağlanır . Köprü tellerin titreşimini üst kapağa iletir .Burgu yuvalarına yerleştirilen kulaklar tellerin istenilen ölçüde gerilmesini sağlar . Gövdenin içine boydan boya yerleştirilmiş ,bas çubuğu ya da bas kirişi denen bir çıta , eşiğin tam altında da can direği denilen bir takoz bulunur . Bas çubuğu sesin tınılanmasına , can direği de ses titreşimlerinin alt kapağa iletilmesine yardımcı olur . Üst kapak üzerinde " f " biçimindeki iki ses deliği ses titreşimlerinin gövdeden dışarı çıkmasını sağlar . Dış etkilerden korunabilmesi için yapımı tamamlandıktan sonra özel karışımlı bir tutkalla cilalanır, cila aynı zamanda Keman''ın ses tınısını belirleyen önemli bir öğedir.
Keman yapım ustalarına Luthier denir . Ülkemizde Keman yapım teknikleri çok gelişmiş , çeşitli yarışmalarda birincilik alan Luthierlerimiz vardır bunlar : Cafer Açın , Mesut Gözalan, Yunus Tarhan , Mehmet Alkan ,Nevzat Önder ,Ayhan Damcıoğlu , Ahmet İyidoğan ,Emin Tilev , Bedii Akol v.b.
KEMAN''IN AKORT SiSTEMi
Keman'ın metalden ya da hayvan bağırsağından yapılmış dört teli vardır . Akort sistemi pest''ten tize doğru : SOL-RE-LA-Mİ olarak düzenlenmiştir. Batı Kemanlarıyla aynı akort sistemine sahip olmasına rağmen , Türk Mûsikîsine uygun şekilde isimlendirilmiştir : DO-SOL-RE-LA dır . Bazı icracılar " LA" telini , İnce "SOL" düzeniyle kullanmaktadır bu konuda çeşitli fikirler öne sürülmüştür . Eskiden kullanılan ve Avrupa''dan getirilen Kemanların 5 esas 6 (7)ahenk teli olduğu ve aynı telin yine ince "SOL" olarak akord edildiği biliniyor.
Bir başka görüş ise , Rebab ve Ud gibi çalgıların akorduna benzetmek için böyle hareket edildiğidir. ( "LA" akort Türk Mûsikîsi icralarında çiğ kalmakla birlikte , bazı makamlar transpoze edildiğinde icrada zorluklar oluşmaktadır )